Yo hayır, bir aydır buralarda olmamamın gözlerimle alakası yok 🙂 Yaklaşan vize haftam ve hayatımdaki birkaç önemli gelişme, beni “Vakit bulursam kafamı da kaşıyayım” raddesine getirdiği için blog yazılarıma bir müddet ara vermek durumunda kalmıştım.
Vizelerim bitti, birkaç önemli gelişmeyi rayına koydum ve işte buradayım 🙃 (Yaklaşık 25 saniye önce “Yazmayı mı unuttum acaba, nasıl giriş yapıyordum ben” diyen ben değilmişim gibi devam ediyorum.)
Çocukluğumdan beri tabir-i caizse şahin gibi görme yetisine sahip olduğum için bir gün gözlerimin bozulabileceğine ihtimal vermiyordum. Çünkü uzakta bir yazı okunacaksa bunu en iyi okuyabilen bendim.
Efenim velhasıl büyüdüüm, büyüdüüm ve yıllar beni liseden mezun etti. Buraya kadar yine her şey normal. Ne zaman ki mezuna kaldım ve üniversite sınavına evde hazırlanmaya karar verdim, bozulma için uygun ortamı hazırlamış oldum.
Dershane ya da özel derse gitmediğim için ve öğrenme kaynaklarım yalnızca internet / kitaplar olduğundan 7-8 ay boyunca sürekli olarak yazı okuyup ekrana bakmak bana kalırsa gözlerimi biraz yordu. Sınav bitince de “Ooh sonunda bitti. Artık bol bol kitap okuyacağım.” deyip bu sefer de kendimi romanlara, öykülere vurmam işin tuzu biberi oldu anlayacağınız 🙂
Gözlerimin şahinliğini yavaş yavaş terk ediyor oluşunu anladığımda hazırlık eğitiminin ikinci dönemindeydim. Tahtaya biraz uzak oturduğumda yazıların netliğini kaybettiğini fark etmiştim ama bunu çok dert etmedim. “Fazla ekrana bakmışımdır, zamanla geçer.” diyordum kendi kendime.
Sonraki sene bölümüme başladım. Orta sıralara oturduğumda slayt ekranını bulanık görmeye başladığımı fark edip kendimi en ön sıralara atıyordum.
Bu sene yani ikinci sınıfta, en önde oturduğum halde slaytı bulanık görmem, kendime “Benim gözlerim sahiden bozuk” tanısını koymama sebep oldu. (Bravo, çok erken bir tanı)
Sağlık konusunda çok aciliyeti olmadıkça ertelemeyi seven biri olduğumdan, göz randevusunu da erteleye erteleye dönemin iki-üç haftasını yedim. Beni aniden randevu almaya iten şey, çok da uzak olmayan bir mesafeden birinin bana el sallayıp “Günaydıın” demesiydi.
Benim o mesafeden algıladıklarım yalnızca ses ve elini bana doğru sallayan bulanık bir silüetti. Kim olduğunu gözlerimi kısıp anlamaya çalışana kadar o çoktan gözden kayboldu. Geri cevap olarak günaydın, bile diyemedim görmeye çalışmaktan.
Bu olaydan yaklaşık 12 saniye kadar sonra (o on iki saniye gözlerimin ciddiyetini idrak etme sürem) hemen telefonumdan randevu sistemine girdim ve en yakın 3 hafta sonraya randevu verse de kaydımı oluşturdum.
Bu olayı yaşamasam muhtemelen yine ertelerdim. O yüzden, o gün kim selam verdiyse buradan çok teşekkürlerimi sunuyorum. (hâlâ kim olduğunu bilmiyorum.)
Dört Göz’lük Mertebesi’ne Eriştiğim Gün
Randevu günüm gelmiş, hastane yollarını arşınlamıştım. Önce bir makineden gözlerimi inceleyip minik bir fiş verdi görevli kadın. (Üzerinde sağ ve sol gözümün derece ihtimalleri yazıyordu.)
Sonrasında doktorumun kapısının önündeki koltuklara oturup sıramı beklemeye koyuldum. Yanımda yaşlı bir teyze vardı. “Sen de mi göz için geldin yavrum, daha çok gençsin.” dedi. “Evet teyze, az ışıkta çok kitap okumaktan muhtemelen.” diye cevap verince teyzeden “Okuyun yavrum, okuyun. Benim de gençlikte çok ağlamaktan.” yanıtını aldım. Sebebini sorduktan sonra biz başladık derin bir muhabbete.
Meğerse çocuk yaşta istemediği bir adama gelin etmişler teyzeyi. Gençliği ağlamakla, üzülmekle geçmiş. Ben onun hikâyesini büyük ilgiyle dinlerken sıra bana geldi.
Doktor, “Şikâyetiniz nedir?” diye sorunca başladım anlatmaya : Şöyle göremiyorum, böyle göremiyorum…

Karşımda harflerin olduğu bir koltuğa oturttu ve görüp görmediğimi sordu. O mesafeden karşımda harf olup olmadığından bile şüphe duydum düşünün. Sonra iki gözüme de bir cam denetti, öyle nasıl gördüğümü sordu.
“Şu an net.” dediğimde “Tamam sana 1 numara cam yazacağım.” deyip yerine geçti. Ben sanıyorum iki gözüm için de tek tek numara deneyeceğiz, harfleri okumaya çalışacağım.
Şipşak bitiverdi benim gözlük mertebesine erişme törenim. Bu arada gözlerimin hiç olmazsa 1 olduğu için sevineyazarken doktor “Gözlerin 2 numara ama ben sana ilk defa takacağın için 1 numara yazıyorum.” deyince minik çaplı şok yaşadım.
Eee, hayatında hiç gözlük takmamış biri olarak insan 0,75 ya da en kötü 1 numara bekliyor derecesini. Aniden 2 numara olduğunuzu öğrenince şaşırmakla birlikte “Bu zamana kadar iyi dayanmışım” diyerek kendinizi tebrik eder hale geliyorsunuz.
GÜNCEL BİLGİ : Memleketimde tekrar göz doktoruna çıktığımda sol gözümün 1.25, sağ gözümün 1 olduğunu öğrendim ve benimle hakikaten çok ilgilendi. Farklı camlar deneyip uzaktan harf okuttu. Demek ki neymiş, doğru doktor seçimi önemliymiş 🙂
Ve artık, yarı zamanlı dört göz !
Birkaç optik gezip onlarca çerçeve denedikten sonra (hakikaten onlarca) birinde karar kıldım ve doktor raporumu teslim ettim. Çerçeveye göre cam kesmek için birkaç gün beklemem gerektiğini söylediler. “Biz sizi ararız” mottolu. Birkaç gün sonra aradılar ve koştura koştura büyük bir heyecanla optikçiye gittim, gözlüğümü aldım.
İlk taktığımda “Bu ben değilim yahu, Çisem adında başka bir kız sanki” diyordum. Hatta bizim kızlara gözlüğü çıkarınca Ece, takınca Çisem taklidi yapıyordum. Şuncacık şeyden eğlence çıkardık kendimize.
Efenim velhasıl, şu an 1 ay olmuştur gözlük alalı. Sanırım alıştım. Fakat tam zamanlı takmıyorum. Doktorum, gözlüğü esnek kullanabileceğimi, istersem yalnızca derslerde takabileceğimi söyleyince ben de öyle yapmaya karar verdim. Ne zaman etrafı net görmek istesem takıyorum dışarı çıkarken de.
Derslerde zaten takıyorum, o Allah’ın emri 🙂
Hissettirdikleri:
“Dünya bu kadar net miydi yau?” dedirten muazzam bir icat. Çıplak gözle bulanık gördüğüm şeyleri net görebiliyor olmak istemsiz bir sevinç sağlıyordu ilk zamanlar. (e şimdi alıştım. Normal geliyor. İnsanoğlu işte, neye alışmıyor ki…)
Az önce araştırdım. 1280 yılında, “Armati” adlı İtalyan bir fizikçi icat etmiş ilk gözlüğü. Hatta bakınız, temsilî fotoğrafı bile var :

Teşekkürler Armati Bey, 739 sene sonra bile insanlara faydanız dokunuyor. 🌿
İlk Kez Gözlük Alacaklar ya da Gözlüğünün Çerçevesini Değiştirmek İsteyenler İçin :
İnternette öncesinde “Hangi yüz tipine hangi gözlük tercih edilmeli ?” temalı araştırmalar yapmış ve çok güzel bir site keşfetmiştim.
Bu siteye yüzünüzün düz ve net olduğu bir fotoğrafı yüklüyorsunuz sizin yüz tipinize göre uygun gözlükleri sıralıyor hatta ön deneme yaptırıyor.
Sitedeki o kısmın linkini şöylece bırakıyorum : https://www.zeiss.com.tr/vision-care/daha-iyi-goerme-kesfi/yasam-tarzi-moda/hangi-goezluek-tipi-bana-uygun-.html
Dört Göz’lük mertebesine eriştiğim şu günlerde; küçüklerimin gözlerinden, büyüklerimin ellerinden öper, şahin gibi görebildiğimiz cam gibi günler dilerim 🙃
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
ayy hayırlı olsun…. ben de gözlüğe zor alışanlardanım, hatta her daim takmayanlardanım… bazen iç sesim bana şunu tekrarlama gereği duyuyor; ya gözlük icat edilmemiş olsaydı, n’apacaktın?!… Armati beye çok teşekkürler gerçekten… gözlüksüz görmek görmek değil… 😦
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim, kesinlikle öyle, gözlükle her yer başka bir dünya 🙂
Zamanla daha da alışabilmemizi dilerim, sevgiler 🌼
BeğenLiked by 1 kişi
ilkokul yıllarına başlamadan gözlüğe başlamıştım. Okulda bir süre dörtgöz lakabına nail olduktan sonra bir süre ara verip tekrar devam etmiştim. Artık hem aksesuar hem ihtiyaç olaraktan 4gözüm:)
BeğenLiked by 1 kişi
Çocukken bu lafı duymak biraz üzücü olsa gerek, ama büyüdükçe iyi tarafından bakmayı öğreniyor insan. Dediğiniz gibi biz dörtgöz’ler, ihtiyaç için kullandığımız kadar aksesuar ihtiyacımızı da karşılıyoruz bir yandan 🙂
Sevgiler 🌼
BeğenBeğen
Hayırlı olsun 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen